31 Aralık 2015 Perşembe

ZİYA GÖKALP’İN MİLLİYETÇİLİK DÜŞÜNCESİNİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI
BESTE AKGÜL
TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ PROGRAMI 2/B

1-ZİYA GÖKALP’İN HAYATI
            Ziya Gökalp 23 Mart 1986 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Kendisine babasının isteği üzerine Mehmet Ziya adı verilmiştir. Babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi, annesi Zeliha Hanım’dır. İlköğrenimini 1883 yılının yazında yaptırdığı Mercimekörtmesi Mahalle Mektebi’nde tamamlamıştır.[1] Eğitimine Diyarbakır’da başlayan Gökalp 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye kaydoldu. Buradan mezun olduktan sonra 1891’de Mülkiye İdadisi’nde eğitimine devam etti. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Ayrıca amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvuf ve İslam tarihine ilgi duydu.[2]
            1895 yılında yüksek öğrenimini yapmak için İstanbul’a gitti. Baytar Mektebi’ne kayoldu. Burada öğrenimine devam ederken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. 1898 yılında tutuklandı ve bir yıl cezaevinde kaldı.  Cezaevinden çıktıktan sonra Diyarbakır’a döndü. 28 Ağustos 1899’da ‘’Peyman’’ adında bir gazete çıkarmaya başladı. İkinci Meşrutiyet’in ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bir süre sonra cemiyetin Selanik’teki merkez yönetim kuruluna seçildi.[3]
            ‘’Genç Kalemler’’ adında bir dergi kurdu ve ilk sayısı 11 Nisan 1991’de yayınlandı. Ali Canip Yöntem ve Ömer Seyfettin gibi isimlerin olduğu bu dergide genç hikayeci ve şairler de yer alıyordu.[4]
            1992’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi Selanik’ten İstanbul’a taşınınca İstanbul’a geldi. Diyar-ı  Bekir mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçildi. Meclisin kısa bir süre içinde kapanması üzerine Darülfünun’da öğretim görevlisi oldu. Türk Ocakları’nın kurucuları arasında yer aldı.Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından tutuklandı ve Malta Adaı’nda sürgüne gönderildi. Malta Adası’ndan döndükten sonra Diyarbakır’a gitti, ‘’Küçük Mecmua’da’’ çalışmalarına devam etti. İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır mebusu olarak katıldı. Yaşadığı bir rahatsızlık sonucu 25 Ekim 1924 günü vefat etti.[5]
           

2-ZİYA GÖKALP’İN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
Birçok çağdaşı Türk aydını gibi Ziya Gökalp‘in düşünce yapısı üzerinde de, Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecine girdiği dönemde baş gösteren siyasi, askeri, dini ve ekonomik sorunların derin izlerini görmek mümkündür.Ziya Gökalp Türk milliyetçiliğini Osmanlı’nın kurtuluş projesi olarak görmüştür ve bunun çeşitli sebepleri vardır. Öncelikle Gökalp milliyetçiliği tarihsel gelişimin mantıksal sonucu olarak görerek, uluslaşmayı da zorunluluk olarak algılamakta ve uluslaşma sürecini tamamlayamayanların varlıklarının sürdürülebilmesine kuşkuyla bakmaktadır. Tarihsel evrim sürecinde milletler önce klan sonra topluluk ve en sonunda millete dönüşürler. Uluslaşma tarihsel gelişimin zirvesi gibi görülmektedir. Gökalp’e göre Osmanlı Devleti bir İmparatorluk olduğu için topluluk sayılmakta ve daha güçlü olmak için toplum aşamasına geçiş yapması gerekmekte yani uluslaşmak zorundadır.Bu etkilerin de tesiriyle, Gökalp’in düşünce yapısı içerisinde milliyetçilik  anlayışı önemli bir yere sahip olmuştur. Fakat Gökalp’ın milliyetçiliği, etnik temelli değil; kültürel bir milliyetçiliktir.[6]
            Çok farklı alanlarda eserler veren Ziya Gökalp’ın düşünce ikliminin oluşum sürecinde aile çevresi, İsmail Hakkı Bey, Yorgi Efendi, İbrahim Temo, Dr. Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve Naim Beylerin yanı sıra; Genç Türklerin de etkisi olduğu bilinmektedir. Gökalp, fikri yaklaşımı dolayısıyla İttihat ve Terakki Cemiyetinde çeşitli kademelerde görevlerde de bulunmuştur. Aynı şekilde, Durkheim’ın sosyolojik yaklaşımları da Gökalp’ın düşünceleri üzerinde önemli izler bırakmıştır.[7]
İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e tayin edilmesi, Ziya Gökalp’ın hayatında yeni bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde, dilde Türkçülüğü savunan Genç Kalemler grubuna katılmış; bu dergide, dilde Türkleşme ile ilgili yazılar yazmaya başlamıştır. Burada, özellikle Ömer Seyfettin’den etkilenen Gökalp, artık Türkçü Gökalp’tır.[8]
Gökalp’ın dil çalışmalarına katılmasıyla, dilde yenileşme ve Türkçeleşme çalışmaları hız kazanmıştır. Çünkü ona göre tüm toplumsal faaliyetlerin yegâne temeli lisandır. Kültürü ve kültürü ortaya çıkaran dili, millet olmanın en önemli unsurları arasında kabul eden Gökalp, dilde Türkleşme olmazsa, vicdanların, dinin ve vatanın parçalanacağını düşünmektedir. [9]
            Dolayısıyla, Ziya Gökalp’ın siyasal düşünceleri ile dönemin siyasal olguları arasında paralel bir ilişkinin bulunduğunu söylemek mümkündür. İlk dönemlerindeOsmanlıcılık ve ümmetçilik anlamında olmasa bile, İslamcılık düşüncelerine de ilgi gösterdiği bilinen Gökalp’ın milliyetçilik anlayışı ile modern milli-devletin ve yeni cumhuriyetin kurucu iradesinin benimsediği milliyetçilik anlayışları arasında büyük bir örtüşme vardır. Gökalp’e göre, milleti oluşturan değerlerin başında dil birliği, kültürel paylaşım ve din gelmektedir. Bir başka ifadeyle Gökalp, bir kültür milliyetçiliğini öngörmekte, millet olabilmek için etnik ayrıştırmalara ilgi göstermemektedir. Buna Gökalp, ‘kültür milliyetçiliği’ adını vermektedir. Böylece Gökalp, dünya ve coğrafi gerçeklere uygun bir millet tanımlamasına gitmektedir. Yoğun bir şekilde kültür milliyetçiliği vurgusu yapan Gökalp, etnik milliyetçiliğe/ırkçılığa karşı bir düşünce yapısına sahip olmuştur. Ona göre, toplumların karakterleri kalıtımsal değil, kültür ve eğitim yoluyla şekillenmektedir.[10]
            Ziya Gökalp düşüncesinde, Türkçülük ayrı bir yere sahiptir. Zira Gökalp’ın çalışmaları hep Türk toplumunun geçmişi, günü (kendi dönemi) ve geleceği ile Türk dili ve Türk kültürü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle O, bilimsel, ahlaki, kültürel ve felsefi bir Türkçülük anlayışı ortaya koymuştur.[11]
            Sonuç olarak, Ziya Gökalp, Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından biridir. İmparatorluk sürecinden Ulus-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’ın, karşılaşılan sorunlar ve bunalımların da etkisiyle Türk toplumu ve Türk kültürü üzerine ortaya koymuş olduğu sosyolojik, kültürel ve siyasal teori ve değerlendirmeler bugün bile gerçekliğini devam ettirmektedir.[12]

3- MİLLİYETÇİLİK DÜŞÜNCESİNİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI
            1908 II. Meşrutiyet sonrası Türk milliyetçiliğinin yönlendirici ismi olan Ziya Gökalp; milliyetçilik hareketinin sistemleşmesi ve şekillenmesinde itici bir güç durumunda olan "mefkûre" sini sosyal ve felsefi eserler, bir çok seri makalelerden başka şiirler, manzum- mensur hikâyeler İle masallar da yazarak çeşitli yönleri ile yaymaya çalışmıştır.Fakat Ziya Gökalp’in şair tarafı diğer yönlerinin gerisinde kalmış; düşünce adamı Gökalp, sosyolog Gökalp, kültür ve medeniyet konularının, Türk hayatının sürekli araştırıcısı Gökalp, şair Gökalp'ı arka plana itmiş böylece onun hep öbür yandan üzerinde durula gelmiştir. Gökalp'in şiirlerinden bahsedecek olursak; Kızılelma’da 27, Yeni hayat ’ta 32, AltunIşık’ta 4 (Manzum masal) ve dağınık şiirlerin’ de 57 olmak üzere 120 tane şiiri bulunmaktadır. [13]
Ziya Gökalp’in işlediği konulara bakacak olursak;
1. "Turancılık" mefkûresini savunduğu şiirler,
2. "Oğuzculuk' veya "Türkmencilik" ile ilgili şiirleri,
3. ' Türkiyecilik" ve Türk toplumunun yükselişini amaçlayan şiirler,
4. Köye ve köylüye ilişkin olan şiirler,
5. Batı medeniyetinden yararlanılmasını, halkın kalkınmasını ve bazı kurumların
ıslâh edilmesini savunduğu şiirler,
6. Kadın, aile ve feminizm temalarını işleyen şiirleri;
7. Yurtseverlik ye vatan doygularını işleyen şiirleri;
a) Tarih içinde yapılan savaşlarla ilgili olanlar,
b) Tarihi şahsiyetlere ve yücelttiği kişilere ilişkin olanlar,
c) Vatan sevgisini aşılamak için yazılmış olanlar,
8. Türk milli destanlarından ve halk hikâyelerinden yararlanarak yazmış olduğu
şiirler
9 . Çocuklar İçin yazdığı halk masalları. . .[14]
şeklindeki bir gruplama Gökalp’in  ilgi alalının çok boyutlu bir özellik taşıdığını açıkça göstermektedir. Şimdi, bu konu başlıklarıyla ilgili olan şiirleri temalarıyla birlikte göstermeye çalışalım. [15]

TURAN
Nabızlarımda vuran duygular ki, tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil,
Güzide, şanlı necip ırkımın uzak yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde,
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.
Sahifelerde değil, çünkiAttilâ, Cengiz,
Zaferle ırkımı tetviçeden bu nâsiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftira- âmiz
Mubit içinde görünmekte kirli, şermende;
Fakat şerefle nümayân Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet, çünkiilim için müphem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamiyle,
Damarlarımda yaşar şan ve ihtişamiyla
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.
            Şiirde; uzak yakın zaferlerimizi ''tebcil" eden duygular, Türk tarihinin incelemeye muhtaç olduğu, bu konudaki batıda yapılan incelemelerin objektif olmadığı, damarlarımızda bütün ihtişamı ile yaşayan şanlı bir geçmişin varlığıyla ilgili yorumların yer aldığı çeşitli fikirlere rastlıyoruz. ‘’Turancılık’’ ülküsünü Türkçülüğün Esasları adlı eserinde; "Türkçülük ve Turancılık’ ana başlığı altında uzun izahlarla yorumlayarak, Türkçülüğün uzak mefkuresi olarak almıştır.[16]
VATAN
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın.. .
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın...
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkure bir, lisan, adet, din bîrdir..
Meb 'usanı temiz, orda Boşo'lann sözü yok,
Hududunda evlâtları seve seve can verir;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye,
San’atına yol gösteren ilimle fen Türk'ündür,
Hirfetleri birbirini dâim eder himaye;
Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türk'ündür;
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın!
            Gökalp’in 1918'de yayınlandığı Yeni Hayat kitabındaki "Vatan" şiirinde -vatan- anlayışının "Turan" şiirinde büyük farklarla ayrıldığıgörülmektedir. "Vatan" şiirinde Gökalp, artık Türkiye sınırları dışındaki eski yeni kaybedilmiş ülkeleri ve bunların hepsinin bir araya gelmesiyle gerçekleşecek -Turan- mefkuresinibir tarafa bırakır. Birinciden yedi yıl sonra kaleme alınan bu şiirde; sınırları içinde dil, mefkure ve din birliği ile birleşmiş tek ve çalışkan bir millet düşünülür. Yeni vatan bu milletin huzur içinde yaşadığı yerdir.[17]

                                   
4-SONUÇ
Bir imparatorluk coğrafyasının bir Doğu şehri olan Diyarbakır’da doğarak bir Batı ucu olan Selanik’te fikir dünyasına 1911 tarihine “Gökalp” adıyla katılan Türkiye’yi ve bütün Türkleri “mefkûre” ateşiyle ısıtan büyük yol gösterici dava adamı Ziya Gökalp’ın ölümünün üzerinden 87 yıl geçti. Kırk sekiz yıllık kısa sayılabilecek bir ömür içinde devamlı toplumu ile ilgili meseleler etrafında okumak, düşünmek ve yazmakla ömrünü geçirmiş olan bu düşünce adamı okuyucularına daima inandıklarını söylemiştir. Her gün üç gazete veya dergiye en azından dörder sütun makale yetiştirebilecek verimlilikte bir kalem sahibi olan bir politik şahsiyet ve gazetecinin daima dostu olduğu kadar düşmanı olması da muhtemeldir. Ancak Ziya Gökalp ile ilgili olarak Ģu dikkat çeker ki, onun hemen hemen hiç düşmanı olmamıştır.
Ziya Gökalp’te duygunun payı, düşünceden, fikir dünyasından az değildir.Duygularını aklı ile dengelemeye çalışan, Gökalp şiirlerinde yeterince çoşkulu olamamış; düşünce adamı yanı, onun şair tarafını etkilemiştir.Gününün kaygılarını ve endişelerini yaşayan Gökalp'in temel amacı, fonksiyonel bir görevi üstlenmekti. . . Bu 'ülkü adamı'nın şiirlerindeki sanat değeri, onların çağlarında işledikleri görevlerinin ve fonksiyonlarının gerisinden aranabilir. Gökalp'in ana gayesi halkın meselelerine ışık tutmak, halkı bilinçlendirip geleceğe hazırlamak ideallerinden kaynaklanmaktadır.

KAYNAKÇA
https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/tarih: 28.12.2015
http://www.turkdivani.com/ziya-gokalpin-turkculuk-anlayisi-ve-turkculugun-esaslari.html tarih:28.12.2015







[1]http://www.dergiler.ankara.edu.tr/ tarihi: 28.12.2015
[2]http://www.1isinaslı.blogspot.com.tr/20/13/03/ziya-gokalpin-kisaca-hayati.html / tarihi: 28.12.2015
[3]http://www.1isinaslı.blogspot.com.tr/20/13/03/ziya-gokalpin-kisaca-hayati.html / tarihi: 28.12.2015
[4]http://www.1isinaslı.blogspot.com.tr/20/13/03/ziya-gokalpin-kisaca-hayati.html / tarihi: 28.12.2015
[5]http://www.1isinaslı.blogspot.com.tr/20/13/03/ziya-gokalpin-kisaca-hayati.html / tarihi: 28.12.2015
[7]https://www.facebook.com/ülkücülerin-haber-merkezi/ziya-gokalpın-türk-milliyetçiliği/ tarih: 28.12.2015
[8]https://www.facebook.com/ülkücülerin-haber-merkezi/ziya-gokalpın-türk-milliyetçiliği/ tarih: 28.12.2015
[9]https://www.facebook.com/ülkücülerin-haber-merkezi/ziya-gokalpın-türk-milliyetçiliği/ tarih: 28.12.2015
[11]http://www.turkdivani.com/ziya-gokalpin-turkculuk-anlayisi-ve-turkculugun-esaslari.html tarih: 28.12.2015
[12]http://www.turkdivani.com/ziya-gokalpin-turkculuk-anlayisi-ve-turkculugun-esaslari.html tarih: 28.12.2015
[13]https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/ tarih: 28.12.2015
[14]https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/ tarih: 28.12.2015
[15]https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/ tarih: 28.12.2015
[16]https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/ tarih: 28.12.2015
[17]https:// dergipark.ulakbim.gov.tr/omuefd/article/download/ tarih: 28.12.2015

NAMIK KEMAL MİLLİYETÇİLİĞİNİN ESERLERİNE YANSIMASINA BAKIŞ


NAMIK KEMAL MİLLİYETÇİLİĞİNİN ESERLERİNE YANSIMASINA BAKIŞ

CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ 2/A
ÖZGE OĞUZ


1.Namık Kemal Kimdir?

Avrupai Türk edebiyatına kesin zafer sağlayan edip, Namık Kemal’dir. Türkiye’de ilk defa, vatan şairi diye şöhret kazanan şair de odur. Namık Kemal, Tanzimat devri Türkiye’sinde bir fikir ve sanat inkılapçısı olarak tanınmış ve kendisine bir milli kahraman gözüyle bakılmıştır. Kalemini yalnız bir sanat vasıtası olarak değil, aynı zamanda bir milli-sosyal mücadele vasıtası olarak kullanan Kemal’in olumlu sonuç veren sosyal mücadeleleri de şunlardır:[1]
Türk halkına milli benliğini ve kendi değerlerini tanıtmak; ona hürriyet aşkı vermek ve bilhassa ecdat kanıyla yoğrulmuş vatan topraklarını, uğrunda şuurla can verebilir bir seviyede sevdirmektir. Namık Kemal, vatan kelimesinin eski Türkçedeki değişik manalarına yeni bir hayat vermiş; eski dilde insan topluluğu, din, mezhep ve aynı mezhepte olan cemaat manasındaki millet kelimesinden türetilen milliyet kelimesine çağdaş bir mana kazandırmıştır.[2]
 Yine eski dilde azad edilmiş köle manasındaki hür kelimesinden türeterek hürriyet kelimesini, Türkçeye kazandıran şair de odur. Aslı Arapça olan ve Eski Türkçe’de tek bir hükümdarın bir kavme hükmetmesi manasında kullanılan; böylelikle, daha çok, istibdad manası taşıyan istiklal kelimesini de lisanımızda, milletimize bir gün bir istiklal savaşı kazandıracak derecede sağlam ve milli bir manada kullanılan kudreti edip, yine Namık Kemal’dir.[3]
 Öteden beri, Avrupa’da yapılmakta olan; milli, sosyal ve siyasi mücadelelerden fikir ve ilham alan bu kelimeler, Türkçede kullanıldıkları ilk anlardan başlayarak, sadece birer kelime olmakla kalmamış, yaralı bir milletin, uğrunda sürekli mücadele yaptığı birer kutsal ideal değeri kazanmış; birer milli-tarihi kelime olarak Türkçenin ölümsüz sözleri arasına katılmıştır.[4]
 Namık Kemal, eski edebiyata, mutlakıyet rejimine saldırır gibi, aşırı bir şiddetle hücum etmiş; Türkiye’de fikri, edebi ve içtimai hayatta kuvvetle tesirli olacak, yeni ve Avrupai bir edebi hayat kurmaya çalışmıştır. Bunun yanında, aynı şairin, Türkiye’de halk hürriyetine dayanır, yeni bir idari rejim kurulması için aynı şiddet ve cesaretle harekete geçen bir de siyasi hayatı olmuştur.[5]
 Namık Kemal kudretli bir şair, ateşli bir mücadeleci ve velûd bir muharrirdir. Sanat, onun elinde, içtimai fayda için ve milli idealler uğrunda kullanılan bir araç mahiyeti almıştı. (Onun Türk edebiyatında yaptığı inkılap da bu idi. ) Türk tarihinde, din müstesna olmak üzere, sanat, ilk defa onun elinde tesirli bir toplumsal görev üstleniyordu.[6]


Namık Kemal’in kültürlü ve inandırıcı bir mücadele lisanı vardı. Yeni edebiyatın kuvvetle yerleşmesi için eski edebiyata aynı hiddet ve şiddetle hücum etti. Dilde, halkın anlayacağı bir lisanla yazmak lüzumunu herkesten daha kuvvetle savundu ve bu fikrini tatbik etti. Avrupai edebiyatın her türünde eserler yazarak onları okuyan geniş bir orta sınıfının yetişmesinde tesirli oldu. Çok sayıda eserleri ve hususi mektuplarıyla, Türkiye’nin Tanzimat’dan Cumhuriyet’e kadarki fikri, edebi ve siyasi inkılapları üzerinde, uzaktan ve yakından daima büyük bir rol oynadı.[7]

Namık Kemal’ in Hayatı

Namık Kemal, birbiri ardınca mühim adamlar yetiştiren, tanınmış bir ailenin çocuğudur. Ailenin; adı bilinen ilk ceddinin Konyalı Bekir Ağa isimli bir zat olduğu söylenir. Aynı ailenin diğer tanınmış simaları, sırasıyla, Topal Osman Paşa, Kapudan-ı Derya Ratip Ahmed Paşa; Üçüncü Sultan Selim’in başmabeyincisi Şemseddin Bey; İkinci Sultan Hamid’in müneccim başılarından Mustafa Asım Bey gibi şahsiyetlerdir.Namık Kemal’in babası, Mustafa Asım Bey’dir.[8]
  Namık Kemal, 21 Aralık 1849’da Tekirdağ’da doğmuştur. Annesi, Tekirdağ Muhassıllığında; Afyon Karahisarı; Kütahya, Kıbrıs kadılıklarında; Lazistan Mutasarrıflığı’nda, Kars ve Sofya Kaymakamlığı’nda bulunan, Koniçe eşrafından, Abdüllatif Paşanın kızı Fatma Zehra Hanım’dır.[9]
Kemal henüz sekiz yaşında iken annesi Afyon Karahisarında ölmüştür. Abdüllatif Paşa kızının hatırası olan Kemal’i yanından ayıramadığı için, Namık Kemal çocukluğunda dedesiyle birlikte diyar diyar dolaşmış ve Abdüllatif Paşanın mazulen İstanbul’da bulunduğu yıllarda Bayezıd Rüştiyesinde ve Valide Mektebinde birkaç sene okumuştur. Fakat daha altı yaşından başlayarak, babasından ve diğer özel hocalardan ders gören Kemal’in asıl tahsili, böyle özel hocalar elinde olmuştur. Kemal’e tasavvuf kültürü ve edebiyat zevki veren hocasının, Kars’da Vaizzade Mehmed Hamid Efendi olduğu bilinmektedir.[10]
Kemal anne şefkatini anneannesi Mahdume Hamımdan görmüştür. Kars’da binicilik ve cirit gibi spor dallarıyla meşgul olmuştur. Çocukluğunun bütün bu görgü, bilgi ve duygu hareketleri arasında daha Kars’da iken şiir denemelerine başlayan Kemal’in bir deftere yazdığı divan tarzı manzumeleri ve bazı hicivleri İstanbul’a döndükten sonra yazdıklarıyla birlikte bir divan meydana getirmiştir.[11]
Asıl adı Mehmet Kemal olan şaire Namık mahlasını Sofya’da iken tanıştığı şair Eşref Paşa vermiştir. Yine Sofya’da henüz on altı yaşındayken Niş kadısı Mustafa Ragıp Efendinin kızı Nesime Hanım ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten 1864’de Feride adlı bir kızı,1867’de Ali Ekrem adlı bir oğlu olmuştur.[12]
İstanbul’da Hariciye Nezareti Tercüme Odası’nda kâtiplik vazifesi alan Kemal, burada on yıl kadar çalışmış, aynı on yıl içinde, iki sene kadar da İstanbul Emtia Gümrüğü tahrirat baş kâtibi, sonra müdürü olan, Divan Şairi Leskofçalı Galip Bey’in yanında muavin olarak vazife görmüştür. Yine bu on yıl içinde özel tahsile devam eden Namık Kemal, Arap ve Acem edebiyatı ile İslami ilimler sahasındaki bilgilerini genişletmiştir. Devrin Divan Şairleriyle tanışan ve bir divan şairi olarak ciddi şöhret kazanan Kemal, Encümen-i Şuara’ya katılarak bu encümendeki üstad şairlerin yanında haklı itibar görmüştür.[13]


Haftada bir toplanan encümen şairlerinin o hafta içinde hazırladıkları şiirleri ve nazireleri okuma vazifesi de Encümende, Namık Kemal’e verilmiştir. Namık Kemal’in divan üslubuyla söylediği bu devir şiirlerinde, birçok meslektaşlarından ayrı hususiyet göstererek bu şiirleri yeni buluşlarla, yeni fikirler ve yeni hayallerle süslemesi burada ehemmiyetli noktadır.[14]
Namık Kemal’in memuriyet hayatına Tercüme Odası’nda başlaması, onun daha öncede Fransızca öğrenmiş olması ihtimalini düşündürür. Tercüme Odası’nda ise Fransızcasını ilerletmeye çalıştığı ve bütün hayatınca hürmetkârı olduğu bir hocadan burada Fransızca öğrendiği bilinir. Arapçası ve Acemcesi hayli kuvvetli olan Kemal’in  (iyi Arapça, acemce ve iyi Türkçe bilen bütün Tanzimatçılar gibi ) Fransızcayı da iyi ve kolay öğrendiği tahmin edilebilir.[15]
Namık Kemal’in sanat ve fikir hayatının asıl dönüm noktası, Şinasi ile tanıştığı ve Tasvir-i Efkâr ’da yazmaya başladığı zamandır. Daha Tercüme Odasında iken, devrin bazı yeni fikirli gençleriyle arkadaş olan Kemal, Şinasi’yi tanıdıktan sonra benliğinde Doğu tefekküründen Batı tefekkürüne doğru bir çekiliş duymuştur. 1865’te Şinasi’nin Paris’e gitmesi üzerine bu gazeteyi tek başına çıkartmaya devam etmiştir. Yazılarını ulusun gözünü açacak, istibdat idaresini yıkacak nitelikte yazmıştır. Halk dershanelerinin açılması, kızların okutulması, İstanbul’un yangınlardan kurtarılması ve Fransız diliyle öğrenim yapılan Tıp Fakültesinde artık Türkçe ’ye dönülmesi gerektiği ve bilhassa Türk Dili Ve Edebiyatı hakkındaki makaleleri çok ses getirmiştir. Daha sonra hükümet,  siyasetine aykırı düşen gazetelerin bu yolda yazmalarını yasakladı ve bazılarını da kapattı. Bu arada Namık Kemal Erzurum vali muavinliğine atandı. Namık Kemal bu göreve gitmeyerek, arkadaşı Ziya Paşa ile birlikte 18 Mayıs 1867’de Paris’e kaçtı. İkisinin de bu firarının sebebi Mısır Hidivliği işi yüzünden Bab-ı Ali ile arası açık olan Mustafa Fazıl Paşanın çağrısıdır. Onları, Avrupalıların Jön Türkler dedikleri, Yeni Osmanlılar Cemiyeti adına neşriyat yapmaya davet etmiştir. Ancak, Sultan Abdülaziz’in III. Napolyon’un daveti üzerine Paris’e gelmesi dolayısıyla, Fransa Hükümeti bu siyasi Türk mültecilerine Fransa’dan uzaklaşma tebliğinde bulununca Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi ile birlikte Londra’ya geçmiştir. [16]
Kısa bir zaman sonra Ali Suavi’nin idaresinde “Muhbir” isminde bir gazete çıkarmaya başlamışlardır.(31 Ağustos 1867) Fakat Ali Suavi ile anlaşamayınca bir yılı aşar bir süre sonra Namık Kemal 28 Haziran 1868’de Avrupa’da çıkarılan Türk gazetelerinin en kalitelisi olan “Hürriyet” gazetesinin idaresini eline almıştır. Namık Kemal Avrupa’da kaldığı yıllarda, Avrupa devletlerinin idari şekli, hukuki ve siyasi kurumları, iktisadi durumları gibi konularla ilgilenmiş; Paris’te hukukçu Emile Accolas’tan, Londra’da Fanton adlı bir İngilizden hukuk dersleri almıştır.[17]
Namık Kemal başta Ali Suavi olmak üzere bazı ihtilalci arkadaşlarının hükümete karşı işi şahsiyete döken aşırı hücum ve tutumlarından rahatsız olunca 6 Eylül 1869’da Hürriyet gazetesinden ayrılmıştır. Fransız-Alman  harbi başladığı sırada zaptiye nazırı Hüsnü Paşanın çağrısı üzerine 1870’de İstanbul’a dönmüştür.[18]




Mahmud Nedim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Avrupa’dan dönen Nuri, Reşat ve Ebuzziya Tevfik beylerle birlikte “İbret”gazetesini kiralamışlardır. Bu gazete ilk sayısını 13 Haziran 1872’de çıkarmıştır. Namık Kemal burada gazetecilik hayatının en güzel ve en kuvvetli yazılarını yazmıştır.”Garaz marazdır”adlı yazısı gazetenin uzun bir müddet kapatılmasına kendisinin de Gelibolu mutasarrıflığına atanmasına sebep olmuştur.[19]
Namık Kemal Avrupa’dan döndükten sonra batı hayranlığına saplanmayıp, Türk-Osmanlı tarihinin en büyüklerine şuurla sarılarak millete o büyükleri ve o büyüklükleri tanıtmaya çalışmıştır. Aynı yıllarda halka vatan sevgisini, millet sevgisini, milli ahlak ve kahramanlık duygularını, daha canlı şekilde tanıtacak yeni bir vasıta bulmuştur: Tiyatro. Kemal’in Gelibolu’da yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistre isimli tiyatro eseri 1 Nisan 1873 akşamı İstanbul Gedikpaşa tiyatrosunda sahneye kondu. Bu piyes Türk sahnesi için büyük bir hadise olmuştur. Fakat bu eserin halkı aşırı derecede heyecanlandırması, coşturması sonucu meydana gelen olaylar Namık Kemal’in tutuklanarak Magosa’ya sürülmesine sebep olmuştur.(6 Nisan 1873) [20]
Kemal ilk önce topçular kışlasının bir zindan odasına konulmuş daha sonra Veys Paşa’nın gösterdiği anlayışla, bir sürgün için oldukça rahat bir yer sayılacak pencereli ve teraslı bir daireye nakledilmiştir. Namık Kemal, Magosa’da meyus olmamış aksine Vatan piyesinin gördüğü manevi mükâfattan aldığı hızla burada yeni tiyatro eserleri, tarihi eserler, bir roman, bir takım edebi eserler, tenkitler ve bol miktarda mektuplar yazmıştır. Bu eserler incelendiği zaman Kemal’in Magosa’da çok elverişli hatta rahat bir hayat sürdüğü neticesine varılmaktadır.[21]
Namık Kemal 38 ay Magosa’da kaldıktan sonra Sultan Beşinci Murat’ın tahta geçmesiyle diğer sürgünlerle birlikte affedilerek 20 Haziran  1876’da İstanbul’a dönmüştür. Sultan İkinci Abdülhamit tarafından iltifat görmüş, Şura-yı Devlet üyeliğine getirilmiş ve Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kurulda görevlendirilmiştir. Fakat İkinci Abdülhamit’in gerçek yüzünün ortaya çıkmasıyla hürriyetperverlerin hepsi bir tarafa atılmıştır. Namık Kemal de felaketle neticelenen Rus Harbinin ilanından sonra padişahın aleyhinde bulunduğu yolundaki bir ihbarla tevkif edilmiş ve umumi bir hapishaneye sevk edilmiştir. Beş ay sonra beraat etmesine rağmen İstanbul’da bırakılmayarak önce mecburi ikamete sonra da mutasarrıf olarak Midilli adasına gönderildi. Burada ve daha sonra naklen tayin edildiği Rodos ve Sakız Mutasarrıflıklarında iyi bir idare adamı olarak çalışmış, 2 Aralık 1888’de Sakız adasında yakalandığı Zatürre hastalığı neticesinde ölmüştür.[22]
Kemal Osmanlı hanedanından Rumeli Fatihi Süleyman Paşa’nın hayranı idi. Öldükten sonra onun Bolayır’daki türbesi yanına gömülmek isterdi. Bu arzusunu unutmayan Ebuzziya Tevfik, naaşını hükümdardan izin alarak Sakız’dan Bolayır’a getirtti. Namık Kemal’in Bolayır’da, Süleyman Paşa Türbesi yanındaki kabrine, planı şair Tevfik Fikret tarafından çizilen küçük ama güzel bir türbe yine, Sultan Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır.[23]








Eserleri

Oyunları
Vatan Yahut Silistre
Gülnihal (1875)
Âkif Bey
Zavallı Çocuk (1873)
Kara Belâ
Celâleddin Harzemşah
Romanları
İntibah (1876)
Cezmi (1880)
Tarih konulu eserleri
Bârika-i Zafer
Devr-i İstîlâ
Evrâk-ı Perîşân serisi (1872)
Silistre Muhâsarası (1873)
Kanije (1874)
Osmanlı Tarihi Medhali (1888)
Edebi tenkitleri
Bahar-ı Daniş (1874)
Terceme-i Hâl-i Nevruz Bey (1875)
Mukaddeme-i Celal (1888)
Tahrîb-i Harabat



2.EDEBİ KİŞİLİĞİ


Türk edebiyatı tarihinde din dışı edebiyat sanatını bir ideal uğrunda kullanarak bütün fikri, edebi hamlelerini içtimai fayda için yapan ilk büyük şair ve muharrir Namık Kemal’dir.
Kemal Sofya’da iken bu havalinin ünlü saz şairleriyle tanışmış; yine Sofya’da ve İstanbul’da devrin büyük Divan şairlerinden iltifatlar almıştır. Fakat bunların hiç birisi Namık Kemal’i kendi saflarına çekerek eski şiirin, içtimai dertleri çok kısa söyleyen, klasik çerçeveleri içinde bırakmaya muvaffak olamamıştır.[24]
Dedesinin, Sofya halkından aldığı bir vergiye şiddetle itiraz ederek, henüz çocuk olmasına rağmen halkın hakkını müdafaa eden Kemal, Divan şiirinin beyit mimarisiyle oyalanacak bir devirde değildi. Namık Kemal’in çok kuvvetli bir hafızası vardı. Nefi Divanı’nı ezberlemiş, Divan şairleri içinde, en çok, bu yayla adamının erkek sesini beğenmişti. Devlete gördükleri hizmete karşı, dedelerinden, Topal Osman Paşa’yı asan,  Şemseddin Bey’i servetsiz bırakan son devir hükümdarlarına daha çocukken küsmüştü. Bunlar, onun bir halk müdafaacısı olarak yetişmesini hazırlayan sebeplerdi. Bunun içindir ki Şinasi-Ziya Paşa- Namık Kemal Mektebi’nin cemiyetçi ve inkılapçı vasıfları, en çok Namık Kemal’in sanatında toplandı.[25]
Söyleyiş kudreti devrin bütün şairlerinden üstün olduğu halde, Namık Kemal, ideali uğrunda bile yalnız şiir söylemeyi kâfi bulmadı. Ona göre Fransız şiirinin en gür sesli şairi Victor Hugo bile, bu memleketin siyasetçi ve içtimaiyatça nesirleri kadar, memleketine faydalı olmuş sayılamazdı.[26]
Kemal’in şiir lisanı, Nefi ve Nabi mekteplerinin tesiri, tekâmülü ve birleşmesi ile kuvvetli; his hayal, fikir ahenk ve kültür bakımından zengin bir telkin lisanıdır. Onun daha divan tarzı şiirlerinde bu coşkun ve inandırıcı uslub, hürriyet fikirleri ve vatan sevgisi heyecanlarıyla beslenen yeni şiirlerine hafızalardan silinmeyen bir yaşama gücü kazandırmıştır.[27]
Kemal, şiirlerinde olduğu gibi nesirde de üslupçudur. Bu üslup, fikrin hiddet ve heyecanla birleşmesinden doğan bir söyleyiştir ve yazmaktan çok insan topluluklarına işittirmek için ayarlanmış bir hitabet lisanı çehresindedir.[28]



3.NAMIK KEMAL’İN MİLLİYETÇİ DÜŞÜNCESİNİN ESERLERİNE YANSIMASI


1789 Fransız İhtilaliyle Avrupa’ya yayılan milliyetçilik düşüncesi krallıkları ve imparatorlukları tehdit etmeye başlamış; Cumhuriyetçilerle krallık taraftarları arasında kıyasıya bir mücadele başlamıştı. Bu akımdan Osmanlı Devleti de nasibini almış; aydınlar bir araya gelerek cemiyetler kurmuşlardı. Ülkenin kötü gidişine dur diyebilmek için tek çıkar yolun, insan hak ve özgürlüklerine önem veren meşrutiyet idaresini gerekli görüyorlar ve bunun için mücadele ediyorlardı. Halkın bilinçlenmesi için gazeteler çıkartıyorlar, edebiyatın hemen hemen her dalında eserler veriyorlardı. Namık Kemal de bunlardan biridir.[29]
Namık Kemal ve diğer “Yeni Osmanlılar” dili yalnız estetik duyguların iletilmesi ya da taşınması olarak değil aynı zamanda birer kimlik edinme aracı olarak da gördüler. 1860’larda Namık Kemal ve diğerleri edebi alana hakim olmaları yanında, modernleşmeyi, “parlamenter rejim yandaşı olmak” Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için tek çıkar yol olarak görüyorlardı. Namık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte, “batının ilim ve teknolojisini almayı; fakat İslam geleneklerimizi titizlikle korumak gerekliliğini” savunuyorlardı.[30]
Onların bu düşünceleri, kendilerinden sonra gelecek olan aydınların fikri yapısının temellerini oluşturmuştur. 1910’da Genç kalemler dergisinin etrafında toplanan yazarların fikir babası olmuştur. O, Türk halkının bilinçlenmesi ve parlamenter sisteme[31] geçilmesi için bir meşale yakmış, kendinden sonra gelen aydınlar bu meşaleyi söndürmemek için gayret etmişlerdir. Onun görüşleri millî edebiyatın oluşmasında en büyük etkendir.[32]
Atatürk O’nun için” Bedeni babam Ali Rıza Efendi, fikri babam Ziya Gökalp ve duygusal babam da Namık Kemal’dir.” Demek suretiyle modern Türkiye’nin doğuşunda onun katkılarını dile getirmiştir.[33]
Mustafa Can, “Namık Kemal Bibliyografyası” adlı eserinde Namık Kemal’i, Tanzimat hareketi ile birlikte Doğu Medeniyetinden batıya yönelen toplumumuzun ilk milliyetçi fikir adamı olarak kabul etmektedir. Namık Kemal, edebiyatımıza vatan, millet, hürriyet gibi kavramların bu günkü anlamını kazandırmıştır. Eğitim, harf ve dil ıslahı, kadınların okuyup yazmaları, hukuk, basın, şehir hayatı, idari teşkilat gibi konulara ya ilk temas eden ya da bu konulara “yeni” ve uygar görüşler kazandıran niteliğiyle “çağdaş uygarlık” ideali gütmüştür. Namık Kemal’in ana davası, kurumlarımızın ıslahı, vatan, millet, hürriyet, meşrutiyet konuları ve Türk toplumunun Avrupa uygarlığına ayak uydurmasıdır. Bu itibarla Namık kemal milliyetçi ve halkçıdır.[34]
Fakat bu düşüncelerde,  direk olarak Türk milliyetçiliğinden bahsedilmemiştir. Devrin şartlarına göre,  imparatorluk pek çok ulusu bünyesinde barındırdığından  “ Osmanlıcılık” düşüncesinde milli duygulara hitap eden görüşleri savunmuştur.[35]

Vatan Yahut Silistre adlı eserinde, İslam Bey’in, konu vatan savunması olunca, sevdiği kızdan dahi vazgeçerek, “Nasıl olur ki devlet yerinden oynasın da ben yerimde mıhlanmış gibi burada durayım?  Nasıl olur ki vatan muhafazası bu gün her şeyden mukaddes olurken ben senin yalnız senin muhabbetinle uğraşayım?Diyerek gönüllü olarak cepheye koşması;  Zekiye’nin erkek kılığına girerek sevdiği adamın peşinden gitmesi;  Sıdkı Bey’in, kalenin düşme ihtimaline karşı, gitmek isteyenlerin kaleden çıkabileceklerine dair yaptığı konuşmaya bir gönüllünün “ Beğ, Beğ, buraya kendi irademizle geldik. Gelişimiz ancak bu gün içindi. Siz bir elinizle bize düşmanı gösteriyorsunuz, diğeriyle kaçacak kapıyı. Saçıma sakalıma ak düşmediğine mi bakıyorsun. Ben yaşadığımı kâfi görüyorum. Kefenimi boynuma, şehitliği göze aldım. Bağdat’tan buraya o niyetle geldim.” diyerek cevap vermesi Namık Kemal’in uyandırmak istediği millî düşünce ve şuura en güzel örnektir. İslam Bey’in yaralı olduğu halde cephanenin havaya uçurulmasında tüm itirazlara rağmen” Hasta olan ölemez mi beğ’im. Siz Rey’inizi söylemeye bakın. Ben vatanım için hasta iken de ölürüm sağ iken de ölürüm.” Sıdkı Bey’in, “Düşman cephanesini havaya uçurabilir misin? Sorusuna; “ateşlerim, hatta iktiza ederse üzerine oturup öyle ateşlerim.”Diyerek cevap vererek bu görevi üstlenmesi; cephane havaya uçurulduktan sonra Sıdkı Bey’in Abdullah Çavuş, Zekiye ve İslam Bey’i yanına çağırarak İslam Bey’e hitaben; “ Gel oğlum, gel beğim. Dünya da ahrette yüzün ak olsun. Vatanını sevenlere ne büyük gayret gösterdin. Vatan için ölmek isteyenlere ne büyük gayret gösterdin. Vatan muhabbeti vücut bulsa elbet sen olurdun.” diyerek orada bulunanları duygu seline boğması; Abdullah Çavuş’un erlerin önüne düşerek:[36]



“İşte ordu karşıda hazır silah
Arş yiğitler vatan imdadına
Arş ileri arş bizimdir felek
Arş yiğitler vatan imdadına…”[37]



Marşını söyleyerek yürütmesi, yine Sıtkı Bey’in”Aslanlarım, doksan gündür çekmediğiniz bela, görmediğiniz cefa kalmadı. Osmanlının namusunu göklere çıkardınız. Vatan sizden hoşnuttur. Vatanımızın faydasını koruduk yine koruruz. Her zaman koruruz Biz her zamanbu yolda ölmeye hazırız. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar” Askerlerin de hep bir ağızdan ”Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar” diyerek haykırmaları, Namık Kemal’in vermek istediği milliyetçilik düşüncesinden başka bir şey değildir. O her yönüyle Türk Milletinin uyanmasını, üzerindeki ataleti atmasını hedeflemiştir. Namık Kemal, Türk toplumunda millî tarih bilincinin gelişmesini, halkın şuurlanmasını istemiş; konuda tarihi eserler ve biyografiler kaleme almıştır.[38]

Namık Kemal’e göre her insandoğuştan hür bir varlıktır ve birey olarak kendisine Tanrı tarafından verilmiş hürriyet hakkıyla dünyaya gelir. [39](Kafadar, 2002:1454)
Onda henüz çocukluk yollarında doğmaya başlayan hürriyet düşüncesi 18. asır Fransız düşünce hareketlerine ve Fransız ihtilalinin ortaya koyduğu prensiplere dayanır. Hayatı baştan sona hürriyet mücadelesiyle geçmiş ve siyasi içerikli yazılarının tümünde ana fikir daha çok hürriyet aşkı üzerine kurulmuştur.[40]

Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten


(Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin. Gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.)[41]

Bu beyitte hürriyeti, güzel yüzlü bir peri, bir genç kız olarak tasavvur ediyor ve tezatlı bir ifade ile ona olan tutkunluğunu belirtiyor. Haliyle bu dizeler beraberinde şairin düşüncesinin ve mücadelesinin hareket noktasını dile getirmektedir.

Ne gam pür ate ü hevl olsa da gavga-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydan-ı gayretten


(Hürriyet mücadelesi korkulu ateş olsa ne dert, yiğit olan bir insan gayret meydanından kaçar mı? Hürriyet kavgası baştan aşağı ateş ve korku dolu olsa da gam değil; kaybedeceğimiz nihayet bir candır.)[42]

Bu da Namık Kemal’in vermiş olduğu zorlu hürriyet mücadelesi sonucunda, toplumumuzda güçlü bir hürriyet bilinci uyandırmayı başardığının kanıtıdır. Ona göre hürriyet için verilen mücadele korkakların vereceği bir mücadele değil, zulmün karşısında yiğitçe ve kahramanca alınacak bir tavır, yapılacak bir harekettir.




“Millet” Kavramı


     Namık Kemal’in milliyetçiliği hayli yanlış anlaşıldığı gibi, mutlak bir İslam ve Osmanlı milliyetçiliği değildir. Onun yazılarının iç alemine nüfuz edince, dıştan bir Osmanlı milliyetçiliği gibi görünen bu heyecanın ruhunda bir Türk milliyetçiliği bulunduğu hemen ortaya çıkar. Kemal’in eserlerinde Osmanlı adını çok kullanmasına rağmen her fırsatta da Türk adını kullanması, Türk’ün ve Türklüğün büyüklüğünden söz etmesi asla gözden kaçacak mahiyette değildir. Onun Türkçülüğü Türkiye hudutları arasında kalmamış; şair Türkiye dışındaki Türkleri de her zaman düşünmüştür.[43]
Gerek düşünce ve gerekse sanat adamı olarak zengin bir milliyetçilik dolayısıyla kahramanlık ruhu taşıyan Namık Kemal, Türk milletinin ruhunda kahramanlık duygusunun var olduğuna ve sonsuza kadar var olmaya devam edeceğine inanır. Hemen hemen her eserinde de bu duyguyu vermeye çalışır.[44]



Hürriyet Kasidesi

Durur ahkâm-ı nusretittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı re'y-i ümmeten

(Başarının, üstünlüğün değeri, milletin gönül birliğinde durur; koruma ve kollama eserler ise ümmetin düşüncesinin çarpışması ile çıkar.)[45]


Dörtlükler

Vakf eyledim vücudumu ben rah-ı millete
Bezl eyledim hayatımı fikr-i hamiyyete
Cismim boğar âdemde olsa da hunum boğar seni
Vermem mecal ben sana halka hıyanete

(Ben varlığımı milletin yoluna adadım, hayatımı hamiyet düşüncesine serdim, bedenim yok olsa da kanım boğar seni, halka ihanette sana cesaret, güç vermem.)[46]








SONUÇ

Aydınlanma Çağı’yla birlikte yükselen ve Fransız İhtilali ile hızla yaygınlaşan “hak”, “eşitlik”, “hürriyet”, “vatan” ve “millet” kavramlarının Türk toplumunda yer almasında ve bu kavramların uygulanmasında Namık Kemal’in edebi kişiliğinin yanı sıra mücadeleci kişiliğinin de önemli rol oynadığı gözükmektedir. O, bu yönüyle ülkenin çağdaşlaştırılması yolunda yazdıkları, mücadelesi, öneri ve görüşleriyle yeni aydın tipinin de önemli temsilcilerinden biridir.Divan Edebiyatı’nın aksine Tanzimat edebiyatı, seçkin kişiler içindeğil, halk için meydana getirilen bir edebiyat düşüncesiyle ortaya çıkmıştır.Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine, yapmacıklığına, boşluğuna şiddetle karşı koyan Namık Kemal, bu sebeple edebiyatın yeniden düzenlenmesini istemiştir. Bunun için de her şeyden önce yeni bir anlatım yolu, yeni bir dil bulunmasını zorunlu görmüştür. Türkçenin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerektiğini savunur.Türkçenin yabancı kelimelerden arındırılarak gelişmesini, yazılı ve sözlü anlatımda ifadenin güçlendirilmesini, Türkçeye ait bir sözlüğün ve dilbilgisi kitaplarının hazırlanmasını istemiştir Namık Kemal.

Tarihi konulara eğilmesi, kahramanlıklarıyla sembol olmuş tarihi şahsiyetlerin hal tercümelerini kaleme alması, sosyal yaralara değinerek toplumu bilinçlendirmek istemesi, şiirini ve sanatını halkın emrine vererek onların hislerine tercüman olması, Namık Kemalin ne kadar milliyetçi olduğunun en büyük delilidir zaten. O, bu özelliğiyle kendinden sonra gelen aydınları da etkilemiş; daha sonra modern manada milliyetçiliğin gelişmesine hizmet etmiştir. Görüldüğü gibi Namık Kemal Milliyetçi dünya görüşünü benimsemiş ve kendisine hareket noktası olarak seçmiştir. Her hareketinde, her sözünde ve her eserinde Türk milletinin çıkarlarını göz önünde bulundurmuştur. Namık Kemal, Türk toplumunda millî tarih bilincinin gelişmesini, halkın şuurlanmasını istemiş; konuda tarihi eserler ve biyografiler kaleme almıştır. Sonuç olarak Namık Kemal fikir dünyasını çevreleyen milliyetçilik düşüncesini en iyi şekilde eserlerinde yansıtmıştır.





































KAYNAKÇA

http://namikkemalblogu.blogspot.com.tr/2012/09/tanzimatla-batiya-yonelen-bir-yuz-namik.html 21.12.2015

http://www.ege-edebiyat.org/docs/400.doc31.12.2015





















[2]http://www.ege-edebiyat.org/docs/400.doc  31.12.2015
[3]http://www.ege-edebiyat.org/docs/400.doc  31.12.2015
[16]http://www.ege-edebiyat.org/docs/400.doc  31.12.2015
[31] Yürütme organının yasama organının denetiminde olduğu demokratik bir yönetim sistemidir.
[36]http://www.konyayenigun.com/haber/86716/Milliyetci_Dusunce_Ekseninde_Namik_Kemal.html   21.12.2015 
[43]http://www.ege-edebiyat.org/docs/400.doc  31.12.2015